BOĞAZİÇİ ONUR YÜRÜYÜŞÜ DAVASINA İLİŞKİN RÖPORTAJLAR #2
“güvende hissetmiyorum”
Kamuoyunda ‘Boğaziçi Onur Davası’ olarak bilinen, 20 Mayıs 2022 tarihinde Boğaziçi Üniversitesinde düzenlenen Onur Yürüyüşüne katıldıkları için gözaltına alınan ve işkence gören 69 kişinin yargılandığı davanın karar duruşması 25 Ekim’de İstanbul Adalet Sarayı’nda görülecek.
5 Nisan’da görülen duruşmada savcı, 69 öğrencinin “kanuna aykırı yürüyüşe katıldıkları ve ihtara rağmen dağılmadıkları”, iki öğrencinin ise “görevli memura görevini yaptırmamak için direndikleri” gerekçesiyle cezalandırılmasını talep etti.
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Onur Yürüyüşünde toplandıkları için gözaltına alınan öğrencilerin davasını ilk duruşmadan bu yana takip ediyoruz. Davaya ilişkin bakış açılarını anlamak için üç öğrenciyle görüştük. Bu söyleşilerin ikincisinde konuğumuz Yaren. Yaren, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden mezun oldu. Üniversite yıllarında LGBTİ+ kulübünde (BÜLGBTİA+) aktif olarak yer aldı. Halen bazı hak temelli sivil toplum kuruluşlarında da aktif olarak çalışmaktadır.
Bu, Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan 9. Onur Yürüyüşüydü. Katıldığın daha önceki yürüyüşlerden de bahsedebilir misin biraz?
2 sene önce, 7. Onur Yürüyüşü’nde COVİD’e denk geldiği için zorlanmıştık. Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan ilk kayyum rektör Melih Bulu zamanında BÜLGBTİ+ kulübünün kapatılmasına rağmen bir şekilde yapabilmiştik. Üstelik hiç de kötü bir deneyim değildi. Fiziksel bir şiddete maruz kalmamıştık.
Boğaziçi’de LGBTİ+ Kulübünün var olmasının senin hayatında bir etkisi oldu mu?
Olmaz olur mu!? Bir kere düşün, taşradan gelmişsin. Senin taşrada daha kendini ifade edebileceğin bir alanın yok ve bulamıyorsun, yaratamıyorsun da. Bir yandan da aile evinde kısılı kalmış durumdasın. Tercih döneminde “Ben Boğaziçi’ye gideceğim, orada lubunyalarla tanışacağım. Çok güzel olacak!” diye düşünerek Boğaziçi’yi yazdığımı hatırlıyorum. Boğaziçi’ne ilk adımı böyle attım. Attığım son adıma kadar da hep aidiyet hissettim.
Kulübün kapatılması, Onur Yürüyüşüne polisin saldırması Boğaziçi ile ilgili düşüncelerini etkiledi mi?
Kulüp kapatılmadan önce biz görünürlüğü yüksek,açık kimlikli lubunyalardık ama bir yerden sonra bu değişmeye başladı. Görünürlüğümüzden korkmaya başladık ve buna bağlı olarak cinsiyet kimliğimizi ve/veya cinsel yönelimimizi dışa vurumumuz değişmeye başladı. Mesela, kendi kulüp adımızla oda tutamaz olduk. Başka kulüpler vasıtasıyla etkinlikler için salon tutabilir olduk. Sonra, hiç yapılamaz oldu. Sadece görünürlüğümüz de değil, güvenlik ve aidiyet hissi de azalmaya başladı. Bir yerden sonra toplantıları kampüste değil, dışarıda yapmaya başladık. Bu da üniversiteye aidiyetimizi değiştird.
Peki, biraz yürüyüş gününden bahsetmek ister misin?
Yürüyüş gününe kadar aldığımız acil durum toplantılarında şunları konuşmuştuk: “Güvenlik gelecek mi? Gelirse ne yapacağız? Polis gelecek mi?” Bir sürü senaryoyu değerlendirdik çünkü biz de yürüyüşe saldırı olacağını tahmin ettik. Kendimizi ona göre hazırladık.
Yürüyüş Öncesinde şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: “Polis saldırısına uğrayacağımızı varsayarsak önümde iki senaryo var: İlki hiç gitmemek, diğeri de gitmek ama gözaltına alınmak.” Varoluşsal bir krize girdiğimi hatırlıyorum “E, ama ben buna gitmezsem örgütlü bir LGBTİ+ oluşumun ne önemi var ki?” diye düşünmüştüm. Kendimi çok ikiyüzlü hissettirirdi gitmemek. Bunları düşünerek gitmiştim biraz da.
Yürüyüş gününde de beklediğimiz şeyler oldu. Kapıda çevik kuvvet bekliyordu. Güvenlik yanımıza gelip yürüyüşü yapamayacağımızı söyledi. Biz de “Hayır, yapacağız!” dedik. Biraz yürüdükten sonra bizi önce ablukaya alındık. Sonra da gözaltına alındık. Gözaltı otobüsündeyken avukatlardan biri yanıma geldi. Sosyal medyada trend topic olduğumuzu söyledi. O an bunu duymak bana çok iyi gelmişti.
Gözaltı deneyimi seni nasıl etkiledi? Geriye dönüp baktığında neler düşünüyorsun?
Ben açık kimlikli olmaktan mutluyum. Bu konuda pişmanlık kesinlikle yok gözaltı gününe dair bazı anlar hatırlıyorum: “Dışarıda arkadaşlarım var, ben gözaltındayım. Birileri kampüste eğleniyor, hiç kimsenin umurunda değilim.” diye düşünüyordum. Şoktaydım günlerce o şoku üzerimden atamadım.
Keza, daha kötüsü dava açıldığında oldu. Dava tebligatının ailemin evine gidecek olması beni çok zorladı. Ailemle ilişkimin bozulacağını düşündüm.
Dava gününe kadar psikolojik yıkım yaşadım. Hiçbirimiz “Beni hiç etkilemedi” diyemeyiz. Tabii ki de etkiledi. Etkilememesi de mümkün değil. Düşünsene: Dokuz saat boyunca ne su içebiliyor ne yemek yiyebiliyorsun? Küçücük bir otobüsün içindesin.
Dava gününün kendisi biraz daha farklıydı çünkü yanımızda avukatlar vardı, hep beraberdik. Her ne kadar hakim karşısına “suçlu” bir konumda çıkıyor olsam da özgürdüm, yürüyüşün yasal olduğunun ve bir hak olduğunun savunmasını yapıyordum. Ama oraya varana kadar tabii ki de yılgınlık yaşadık.
Yani, aslında, yıldırma politikası olarak hem gözaltı yapıldığını hem davanın açıldığını düşünüyorsun diyebilir miyiz?
Tabii tabii! Eğer gözaltına alsalardı ama davayı açmasalardı, o zaman biz diyebilecektik ki “Bunlar sadece bizim bir günlük gözümüzü korkutmak istediler.” ama dava gösterdi ki “Hayır, bu sadece bir günlük bir şey değil!” Her zaman zihnimizin arkasında dönecek, her zaman bir davamız olduğunu bileceğiz, her zaman hayatımızdaki istenmeyen sonuçlarını yaşayacağız. Ailemizle olan ilişkilerimiz, ekonomik özgürlüğümüz üzerinden sınayacaklar bizi, demek oluyor bu.
Davada ikinci yılı bitirdik ve üçüncü yıla giriyoruz artık. Üç yıldır hepimizin hayatında bu dava var. Artık günlük hayatımızın aktif bir parçası olmayabilir ama yurt dışında yaşayan biri olarak Türkiye her geldiğimde şunu düşünüyorum mesela: Acaba pasaport kontrolünden geçerken sorun yaratacaklar mı? Davayı başıma açan devlet bana güvenli ve huzurlu geçişimi sağlama güvencesini veriyor olamaz ki. Hatta, sağlamayabilir de, beni aniden tekrar gözaltına alabilir.
Güvende hissetmiyorum ve bunun üç yıla sirayet etmesini sağlayarak korku ve bastırmanın yıllara yayılmasını istiyorlar. Bir daha hiç eylem yapamayacak hale gelmemizi istiyorlar.
Sürecin seni kötü etkilediğinden ama yavaş yavaş bunu aştığından bahsettin. Bu değişimin bir sebebi var mı? Senin süreçle başedebilmeni sağlayan bir olgu, bir dayanak noktası var mı?
İki sebebi var bence. Birincisi bizim öğrenciler olarak birbirimize çok sıkı tutunduk. Lubunyaların her zaman yanımda olduğunu bilmek önemliydi. İkincisi ise şu an Türkiye’de yaşamıyor olmam. Türkiye’de olsaydım belki yaşamımı fazlaca etkileyecekti. Hadi diyelim ki yüksek lisansa başladım, üniversitede araştırma görevlisi olmak isteyecektim ve bud ava yüzünden belki de olamayacaktım. Şu an Türkiye’den ekonomik olarak daha özgür bir yerde ve lubunyaların daha rahat yaşayabildiği bir yerde olduğum için daha az endişeliyim. Somut bir gerçek olarak, bu uzaklığın da bir katkısı var yani.
Senin ülke değiştirmeye karar vermende bu süreç etkili oldu mu?
Bu olmasaydı da gidecektim ama bunu yaşayınca koşarak gittim. Hani, önceden bu kadar isteyerek gitmeyecektim bütün dostlarım, ailem her şeyim Türkiye’de.
Tabii, sonra, ‘’Tamam, zaten eğitimim için gitmek istiyordum. Hayatımın 1-2 yılında bari rahat edeyim.” diyerek gittim.
Son olarak, davada çıkacak kararla ilgili bir tahminin, bir düşüncen var mı?
Davadan tek beklentim dava sürecinin beraat kararıyla sona ermesi.