BOĞAZİÇİ ONUR YÜRÜYÜŞÜ DAVASINA İLİŞKİN RÖPORTAJLAR #1
“bi̇r tür psi̇koloji̇k savaş”
Kamuoyunda “Boğaziçi Onur Yürüyüşü Davası” olarak bilinen, 20 Mayıs 2022 tarihinde Boğaziçi Üniversitesinde düzenlenen Onur Yürüyüşüne katıldıkları için gözaltına alınan ve işkence gören 69 kişinin yargılandığı davanın karar duruşması 25 Ekim’de İstanbul Adalet Sarayı’nda görülecek.
5 Nisan’da görülen duruşmada savcı, 69 öğrencinin “kanuna aykırı yürüyüşe katıldıkları ve ihtara rağmen dağılmadıkları”, iki öğrencinin ise “görevli memura görevini yaptırmamak için direndikleri” gerekçesiyle cezalandırılmasını talep etti.
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Onur Yürüyüşünde toplandıkları için gözaltına alınan öğrencilerin davasını ilk duruşmadan bu yana takip ediyoruz. Davaya ilişkin bakış açılarını anlamak için üç öğrenciyle görüştük. Bu röportajlardan ilkinde konuğumuz Beyda. Boğaziçi Üniversitesinde sosyoloji öğrencisi olan Beyda, Çevre Kulübü (BÜÇEK) ve çeşitli gençlik örgütlerinde aktif olarak yer alıyor.
Eylem gününden kısaca bahseder misin?
Aslında -daha önceki senelerde de olduğu gibi- bir yürüyüş yapacaktık. Benim katılabildiğim ilk Boğaziçi Onur Yürüyüşü bu oldu. Çağrının yapıldığı meydanda toplandık. Biraz yürüyebildik fakat sonra farklı noktalarda birden fazla kez önümüz güvenlik görevlileri tarafından kesildi. Daha sonra kendimizi -resmen- bizim için hazırlanmış bir alanda bulduk: Çevik kuvvet ve polis arabalarının abluka altına aldığı bir yer. Bu abluka esnasında Hanefi Zengin’i [İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nde o zamanki Güvenlik Şube Amiri ve hakkında taciz beyanları var] ilk kez yüz yüze görmüş oldum. Çok iğrenç ve tacizkar bir şekilde konuşmuştu. Hiç uyarısız bir şekilde darp edilerek gözaltına alındık. Bunun için gelmişlerdi zaten, bu yürüyüşlerin bir daha yapılmaması için bizleri korkutmaya çalışıyorlardı.
Katıldığın ilk Onur Yürüyüşünde yaşadıkların seni nasıl etkiledi?
Devlet gerçekliğiyle doğrudan karşılaştım. Sadece kimliğimizden, yani lubunya olmamızdan, kaynaklı bir düşmanlaştırma ile karşı karşıya gelmiş oldum. Ben aslında yürüyüşe destekçi olarak katılmıştım. Kendimi lubunya olarak tanımlamıyorum. Ama o alanda bir oluyorsun, aynı oluyorsun. Bir lubunyayla aynı şeyleri gördüğüm ve aynı şekilde düşmanlaştırıldığım için rahatlıkla ‘biz’ diyorum.
O gün pusuya düşürmece gibi bir oyun oynadı polis bizimle. Çok çirkince, çok iğrenç… Ve ben ilk kez böyle bir şey görmüştüm. Yani, politikleşmeye başlamıştım, örgütlenmiştim ama böyle bir gerçeklikle daha önce karşılaşmamıştım. Çok yeniydim o zamanlar. Bu olay bana şunu düşündürttü:
“Bizi nasıl da düşmanlaştırıyorlar!? Karşımızdaki devlet tecavüzcülere, kadın katillerine hiçbir şey yapmazken bize nasıl böyle bir şey yapabiliyor?”. O yüzden “Başka çare yok mücadele etmekten başka!” dedim. Bende böyle bir etki yarattı.
Tabii, tam tersi etki yarattığı arkadaşlar da var maalesef.
“Bizi gözaltına alacakları zaten belliydi” gibi bir cümle kullandın, neden böyle düşündüğünü açıklayabilir misin?
Polis “Kimse dağılmadı, gözaltı yapmak zorunda kaldık” diyerek yapmıyor gözaltı işlemini. Yıldırmak için yapıyor. Dağılmamız için uyarmadılar bile. Bu uzun bir süredir böyle Türkiye’de. Eylem komitesinden ve/ya LGBTİ+ mücadelesinden tanınan arkadaşları almayı da yıldırma amacıyla özellikle istiyorlar.
Öğrenciler olarak birçok problemimiz var: aile, burs, gelecek, vesaire… Gözaltına alındığında bursun kesilebilir, ya da tutuklandığında. Benim de ilk gözaltımdı bu ve bursum kesilir diye korkmuştum.
Örgütlü olarak eyleme katılmakla örgütsüz olarak katılmak arasında bir fark görüyor musun?
Evet aslında çok fark var. Hem yalnız olmadığını biliyorsun hem seni sürekli arayıp durumunu kontrol eden birileri var. Bu tarz deneyimleri yaşamış örgütlü arkadaşlar gözaltı süresince neler yaşayabileceğini anlatıyorlar. Bu sayede ne olup biteceğini, sürecin nasıl ilerleyeceğini de az çok biliyorsun yani. O yüzden tek başıma olsaydım korkardım, yalnız hissederdim ve belki de bu beni yılgınlığa iterdi.
Peki hakkınızda açılan dava sürecinden bahsedebilir misin?
Ben duruşmaların ilkine katılamamıştım, ikinci duruşmaya katılıp ifademi vermiştim. “Eyleme katıldım çünkü bu bir hak.” demiştim. O duruşmadan sonra avukatlarımız ifade verenlerin diğer duruşmalara gelmek zorunda kalmamaları için karar çıkarttılar. Sonrakilere de gitmedim.
Bunun haricinde, avukatlar davanın uzamaması için uğraşıyorlardı çünkü böyle uzadıkça insanlar yoruluyor. “Dava sonucu ne olacak, ceza çıkacak mı?” falan diye kendimizi yiyoruz. Aslında bir çeşit psikolojik savaş.
Bu yürüyüş ile ilgili dava açılmış olmasını nasıl değerlendiriyorsun?
Dava açılması demek aynı zamanda ceza alabileceğin gibi anlamlara geliyor ya da yurt dışında okumaya gideceksen onu dahi etkileyebilen bir şey oluyor. Daha önceden davası olmayan, örgütlü olmayan arkadaşlar için sürekli bir korku halinde yaşamak halini alıyor ve mücadeleden de uzaklaştırıyor. Bunu bildikleri için de kullanıyorlar. Böylece insanları başka eylemlere katılmak, başka siyasî faaliyetlere katılmak gibi şeylerden alıkoyuyorlar bence.