Uluslararası Çalışma Gezimizin İkincisi Gerçekleşti
Avrupa’nın önde gelen hak savunucuları ve uluslararası sivil toplum örgütleriyle görüştüğümüz, Avrupa Konseyi ve Parlamentosunu da ziyaret ettiğimiz çalışma gezisinin ikincisini 10 öğrencinin katılımıyla 10-15 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirdik.
Geziden önce yaptığımız açık çağrıyla, kampüslerinde çeşitli alanlarda mücadele eden aktivist öğrencileri geziye başvurmaya davet ettik. Bağımsız bir değerlendirme kurulunun başvuruları incelediği gezimize 10 öğrenci seçildi. Dernek Direktörümüz Berna Akkızal ve çalışanımız Mert Güneş’in eşliğinde önce Strazburg ardından Brüksel’de çeşitli kurum ve kuruluşlarla buluşmalar gerçekleştirdik.
Gezimizin ilk günlerinde Strazburg’taydık. İlk durağımız Strazburg Üniversitesiydi. İlda üniversiteye dair izlenimini şöyle aktarıyor:
Strasbourg Üniversitesi kampüsünde kantinde oturup çay/kahve içip kendi içimizde sohbet ettik. Sohbetlerimiz oldukça politik, herkesin kendi fikrini söylediği ve insanların birbirlerini dinlediği verimli bir tartışma ortamında gerçekleşti. Kampüste gezerken Strasbourg Üniversitesinde faaliyet yürüten öğrenci örgütlerinin afişlerini gördük. Hepsi Filistin’deki katliam, kampüslerde faşizmin ve aşırı sağın yükselişi gibi oldukça güncel konulara dikkat çeken afişlerdi. Tuvaletlerin ve kantinlerin duvarları gibi öğrencilerin sürekli gözünün önünde olan kampüsün çeşitli yerlerinde cinsel şiddet mağdurlarının nerelere başvurabileceğine dair bilgi notları vardı. Ayrıca tuvalette ilişkilerde şiddete önleyici tedbir aracı olması amacıyla -örnek davranışlar üzerinden- şiddetin derecesinin belirtildiği şiddetölçer vardı. Kampüslere erişimin turnikelerle kısıtlanmadığı, kamuya açık kampüslerin olduğunu görmek de ayrıca mutluluk vericiydi.
Aynı gün ikinci durağımız European Implementation Network (EIN: Avrupa Uygulama Ağı) oldu. Helin şöyle anlatıyor:
Strazburg’daki ilk ziyaret noktalarımızdan biri EIN oldu. Toplantıda kurumun amaçlarından uygulamalarından bahsettikten sonra Türkiye’nin mevcut durumunu tartıştık. EIN, AİHM kararlarının tam ve etkili bir şekilde uygulanıp uygulanmadığını gözlemliyor. Türkiye için de Kavala-Demirtaş kararlarından epeyce bahsedildi. Türkiyenin ihlal kararlarına ısrarla uymama yönündeki pozisyonunun endişe verici olduğu aktarıldı. Bunun karşısında devletler için yaptırımların neler olabileceği tartışıldı. Yerel ve uluslararası gündemde oldukça yer alan politik davalarda yalnız olmadığımızı, ulaşabileceğimiz uluslararası mekanizmalar olduğunu bilmek ve kurumlarla bunları tartışmak ve ortaklaşmak bizler için umut vericiydi.
Ertesi gün sabahtan Avrupa Parlamento’suna gittik. Rona şöyle aktarıyor:
Parlamento binası, arasında AİHM ve Avrupa Konseyi binalarının da bulunduğu bir bölgede şehri ikiye ayıran nehrin kesişim noktasındaydı. Önceki gün nehirde yaptığımız tarihi tekne gezisinde bu bölgeye European District dendiği söylenmişti. İki dünya savaşında Avrupalı güçlerin arasında el değiştiren, dönemin işgal ve yıkımının kurbanı olan şehirlerden biri olan Strasbourg’u Avrupalılar savaş sonrasındaki barış ve işbirliğinin sembolü haline getirmeyi seçtikleri için Parlamento binası da dahil pek çok Avrupa kurumunun merkezi Strazburg’daki bu bölgede bulunuyordu.
Kısa bir güvenlik sırasından sonra Parlamento binasına girdik, dış kapıdan itibaren görüşme yapacağımız parlamenter Sanchez-Amor’un danışmanları bize eşlik ettiler. Sonrasında binanın yuvarlak yapısının tam ortasındaki büyük avludan geçip görüşmeyi yapmadan önceki kontrol sırasına girdik. Bu esnada avlunun duvarlarında Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgali ile ilgili, yeşil enerji ve küresel ısınma ile ilgili afişler olduğunu hatırlıyorum. Kısa bir süre sonra üst katlara ulaştık, ilk dikkatimi çeken personelin neredeyse hepsinin 3 ya da 4 dili iyi konuşur derecede biliyor olduğuydu. Bize eşlik eden danışmanlar kendi aralarında İspanyolca, Parlamentodaki diğer personellerle Fransızca, bizimle de İngilizce konuşuyorlardı. Ve bir de bunlar sadece benim duyduklarım.
Parlamento’da Türkiye raportörü Nacho Sanchez-Amor ile görüştük. Selman şöyle anlattı görüşmeyi:
Nacho-Sanchez ile görüşmemiz bayağı ilgimi çekti, üçüncü bir göz olarak ondan tekrar yaşadıklarımızı duymak aslında Türkiye’de yapabileceklerimize dair motive edici oldu. Türkiye raportörü olması dolayısıyla zaten bu konuda çalışıyor olması, yakın zamanda Osman Kavala’yla görüşmüş olması toplantımızın verimliliğini artırdığını düşünüyorum. Bizi dinlemesi, önemsemesi de hoşuma gitti.
Sanchez-Amor’la olan görüşmemize dair Rona’nın şöyle bir eklemesi oldu:
Bu ziyaret ve özelinde de bu görüşme esnasında Türkiye’nin uluslararası topluluktan izolasyonunu tam anlamıyla hissettim. Türkiye’deki hükümetin Avrupa çizgisinden uzaklaşması aradaki ilişkilerin topluluklar düzeyinde de zayıflamasına sebep olduğunun bir teyidi gibi oldu diyebilirim. Özetle aynı zamanda hem zorlayıcı hem de umut verici bir görüşme gerçekleştirmiş olduk. Sanchez-Amor’un da dediği gibi “vazgeçmeyip mücadeleye devam”.
Günün devamında Strazburg’tan Brüksel’e geçmek üzere trene bindik. Ertesi gün Brüksel’deki ilk görüşmemiz Sarah Henkel ile oldu. Rubar şöyle anlatıyor:
Gezinin en önemli ayağı, Avrupa Parlamentosu’nun dördüncü büyük grubu olan Yeşiller Grubu ile yaptığımız görüşmeydi. Yeşiller Grubu Dış İlişkiler Ofisi Danışmanı Sarah Henkel ile tanıştık. Kendisi alanında yetkin ve sorunlarımızı çok iyi dinleyen bir kişiydi. Bize sonraki süreçlerde yardımcı olacağını ifade etti.
Aynı gün ikinci toplantımız ise International Lesbian, Gay, Bisexual, Trans and Intersex Association – Europe (ILGA-Europe: Uluslararası Lezbiyen, Gey, Bseksüel, Trans ve İnterseks Derneği) ile oldu. Ofislerine yaptığımız ziyareti ise Meltem şöyle aktarıyor:
ILGA ile görüşmemiz uluslararası ölçekte çalışan LGBTİ+ hakları savunucusu bir derneğin çalışma prensiplerini görmemiz açısından değerliydi. Özellikle bu kurumların yalnızca Avrupa ülkelerindeki LGBTİ+ları değil Türkiye gibi Orta Asya ülkelerinde yaşayan LGBTİ+ ları da kapsaması ilgimi çekti. Yaptıkları en önemli şeylerden biri bu kadar geniş bir ölçekte çalışıp 700 küsür farklı örgütle, akademisyenlerle ve politikacılarla iş birliği içinde olmaları. Bununla birlikte ülkelerdeki ayrımcı işleyişe karşı politika üretmeleri ve bunu farklı ülkelerden karşılıklı öğrenme ve strateji geliştirme yoluyla yapmaları. Ayrıca Türkiye’de yaşayan azınlıkların maruz kaldığı şiddetin farkında olmaları ve bunlarla ilgili çalışmaların yapılıyor olması da benim için umut vericiydi.
ILGA-Europe temsilcilerinin bizim Türkiye’de yapmakta olduğumuz aktivizmi ne kadar değerli bulduklarını söylemeleri benim için güçlendirici oldu. Tüm gezi boyunca uzaktan ulaşılması zor görünen bu derneklerin ne kadar ulaşılabilir, açık ve kapsayıcı olduğunu görmek beni mutlu etti. Avrupa’da sivil toplumun gücünü görmek ve sorunlarını LGBTİ+ hakları çerçevesinde katılımcı bir yaklaşımla çözmelerinin işlevselliğine tanık olmak bunun bizim Türkiye’de de ulaşmamız gereken nokta olduğunu iyice aklıma kazımamı sağladı.
Brüksel’deki ilk günümüzü gezimizin destekçisi Freedom House’dan Aykut Garipoğlu ile bir akşam yemeği yiyerek sonlandırdık. Mert şöyle aktarıyor:
Akşam yemeği sırasındaki sohbetimizde birçok meseleden bahsettiğimizi hatırlıyorum ama benim en çok aklımda kalan ve belki de en çok ilgimi çeken tartışma direniş metotlarımızla ilgili olandı. Farklı arka planlara sahip 12 kişiden oluşan bir grupta metotlar hususunda elbette çeşitlilik gösterecektik. Hatta kimi yerde çelişkilere de düştük. Nitekim, uzlaştığımız bir mesele vardı ki o da bu mücadelelerin sürmesi gerektiğiydi. Karşısında direndiğimiz otoriter baskıya karşı hem hareketlerin devamlılığını sağlayacak hem katılımı artıracak metotlar geliştirmemiz gerektiğini dile getirdim ben mesela. Eğer halihazırda uyguladığımız pratikler buna zarar veriyorsa doktirinerliğe, ezberciliğe de gerek olmadığını, yeni metotlar deneyebileceğimizi düşündüğümü ekledim. Karşı argümanlar geldi, destekler çıktı ama bir sonuca varamadık. Belki de varmamız gerekmiyordur. Zaten, zaman bize cevabı gösterir.
Ertesi güne European Youth Forum’a (Avrupa Gençlik Forumu) ofislerinde yaptığımız bir ziyaret ile başladık. Bilge şöyle aktarıyor görüşmeyi:
European Youth Forum ile toplantı benim için oldukça ufuk açıcıydı. Gençlik hakları, gençlik örgütlerinin güçlendirilmesi, networking, demokrasi ve iç işleyiş gibi konular üzerinde konuşuldu. Avrupa’da bir gençlik örgütünü görmek, onların perspektifinden Türkiye’deki durumu görmek güzeldi. Ayrıca bizlerin güvenceli çalışma hakkı, tembellik hakkı vb. konularda sorduğumuz sorularla son derece ufuk açıcı ve ilgi çekici bir toplantı gerçekleşti.
Günün devamında ise programın son buluşmasını gerçekleştirdik. EuroMed Rights, International Federation for Human Rights (FIDH: Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu) ve World Organisation against Torture (OMCT: İşkenceye Karşı Dünya Örgütü) adına katılımcıların bulunduğu toplantıyı Ruken şöyle aktarıyor:
OMCT ve FIDH temsilcileri ile Brüksel’de yaptığımız görüşme, gezi boyunca tanıştığım, karşılaştığım ve hatta yüzleştiğim birçok tanıklıklardan her şeyiyle beni en çok saran buluşmaydı! Temsilcilerden ikisinin de Avrupalı olmayışı, ihlallerin tanığı ve söylemin kurulduğu yerden gelmiş kişiler oluşu sanırım beni tüm görüşme boyunca sarmaladı. Bambaşka iklimlerde, aynı dertte ortaklaştığımızı görmüş olmak, benimle dayanışırken bunun bir öznesi olduğunu da bildiğim kişilerle savunduğum şeyleri özgürce, birbirimizi de büyüterek konuşmak benim için oldukça cesaretlendirici oldu. Kendi şehirlerimizden, yükselttiğimiz sesin o masa etrafında usulca bir talep ve üstesinden gelme haline dönüşünü görmek hala yanımda bir yol arkadaşı olarak duruyor. “Yalnız değiliz!” diyebilmemin o güçlendirici sebatıyla, çok teşekkür ederim.