Covid-19 Salgını Koşullarında Türkiye’deki İfade Özgürlüğü, Öğrenci Hareketleri ve Sivil Toplum*
Salgın süresince Türkiye’deki yüzlerce üniversite öğrencisi ailelerinin evlerine geri dönmek zorunda bırakıldılar. Bu ise, ebeveynlerinden farklı değerleri olduğu için yahut diğer sebeplerle aile evinde deşifre olacak öğrenciler için bir risk oluşturdu. Öğrencilerin, bulundukları eğitim programlarına devam ederken bir kenarda para biriktirmek durumunda olan bazıları işlerini kaybettiler. Oysa, bu eğitim programlarına katılabilmeleri için herkesin kolayca satın alamayacağı birer kişisel bilgisayarları olması gerekiyor. Fiziksel buluşma alanları ortadan kalkarken, sosyal medyadaki sansür artıyor. Sivil Alan Araştırmaları Derneği, Türkiye üniversitelerindeki siyasal katılım ve aktivizmi geliştirmek için çalışıyor. Derneğin yardımcı direktörü, doktora öğrencisi Zeynep Serinkaya Winter, Corona salgınının Türkiye’yi nasıl etkilediğini bir öğrencinin gözünden aktarıyor.
Türkiye’deki güçlü öğrenci hareketlerinin uzun bir geçmişi vardır. Her yıl, farklı amaç ve aktörlerle çeşitlenerek sayıları artan yeni gruplar, meşaleyi devralır. Farklı kesimlerden gelen milyonlarca öğrenci için kampüs, yalnızca fikir alışverişinde bulundukları bir kamusal alan değil; aynı zamanda öğrencilerin kimliklerini, taleplerini, umutlarını, ve fikirlerini ifade ettikleri bir mecradır. Polisin protestolara şiddetle müdahale etmesinden tutun, yurtlar ve burslar gibi devlet hizmetlerinin politik bir araç olarak kullanılmasına varıncaya dek kampüs, aynı zamanda baskıcı politikalar, gözetleme ve kontrol arasındaki çatışmaların da bağlantı noktasıdır.
Kampüs, aynı zamanda onlarsız boğucu olacak bir ortamda, feministler, LGBTİ+ aktivistler, profesyonel dernekler, çeşitli politik gruplar, engelli aktivistler, insan hakları aktivistleri, ifade özgürlüğü savunucuları ve kampüsün verimli toprağında boy atan sayısız diğer aktörler gibi farklı kimliklerle bir arada var olma pratiği yoluyla aktivist olmayı öğrendiğimiz yerdir.
Dolayısıyla bizim için öğrenci hak ve özgürlüklerini korumak; akademik özgürlük, ifade özgürlüğü ve sivil toplumun kendisinin hep birlikte ve aynı anda sürdürülebilmesine denktir.
Covid-19 salgını Türkiye’yi vurduğunda, öğrencilerin içinde bulunduğu istikrarsız şartlar daha da kötüye gitti. Öğrenci olmanın ekonomik istikrarsızlığı, yapısal eşitsizlikler nedeniyle bir anda ifade özgürlüğü hakkından mahrum kalmanız anlamına gelebiliyor.
Özellikle sıkı karantina önlemleri altında iken, salgın bu eşitsizlikleri daha da derinleştirdi.
Salgına karşı alınan önlemlerin bir parçası olarak üniversite kampüsleri kapatıldı. Yurtlarından ve kampüslerinden koparılan öğrenciler, ailelerinin evlerine döndüler. Kadınsanız, toplumsal cinsiyet normlarına uymayan bir kimliğiniz varsa ya da siyasal görüşleriniz ailenizden ve komşularınızdan farklı ise, aile evi sizin için yaşanmaz bir ortam olabilir.
Yurtları, ülke dışından dönen Türk vatandaşlarının on dört gün kalacağı karantina alanları olarak kullanma kararının ardından pek çok öğrenci bir gecede yurtlarından tahliye edildi. Bu o kadar ani oldu ki, öğrenciler eşyalarının çoğunu geride bırakmak zorunda kaldı. Dönecek aile evleri veya kira ödeyecek durumu olmayanlar, ciddi barınma sorunları yaşıyor. Pandeminin ardından Türkiye’de hizmet sektörünün büyük bir kısmı tedbirler ve sokağa çıkma yasakları nedeniyle faaliyetlerini durdurdu. Öğrencilerin günlük rutinleri için güvendikleri kurumların çoğu süresiz olarak kapatıldı. Devlet bursları yeterli olmadığı için birçok öğrencinin geçim kaynağı çoğunluğu kayıt dışı olan düşük ücretli işlerdir. (1) Bu öğrenciler şimdi işsiz kaldılar. Artan sayıda ebeveyn de ekonomik güvenceden yoksun olduğundan ekonomik bozulma karşısında öğrencilerin destek mekanizmaları da zayıfladı. Salgından önce cezaevinde olan ve şu anki sayıları hakkında elimizde hiçbir veri bulunmayan tutuklu öğrenciler içerde ciddi sağlık riski ile karşı karşıyadır. (2) Bu öğrenciler eğitim haklarını çoktan kaybetmiş, salgının bir sonucu olarak avukatlarını ve ailelerini görmek hakkından mahrum bırakılmışlardır. Kalabalık koğuşlarda koruyucu araçlara erişmek şöyle dursun, bir sabun için bile fahiş fiyat ödemektedirler.
En iyi durumda bile, öğrenci olarak güvenli bir ortamda olduğunuzda, kendinizi bant genişliğinizin elverdiği sanal alanla sınırlanmış, sizi sosyal, kültürel ve akademik olarak besleyen verimli topraktan koparılmış bulursunuz. Bu araçları edinebilseniz bile, sınıfların gözetlenmesi ve kayıtlarının tutulması gibi aşırı müdahaleci kurumsal uygulamalar sonucunda, mahremiyetinizin ihlali ve arkadaşlarınız ve öğretim üyelerininoto sansürü ile karşı karşıya kalırsınız.
Sonuç olarak, Türkiye’de bir öğrencinin, sağlığını koruma ve güvenli bir yerde kalma imkanı olsa bile, kendini ifade edebileceği bir alana erişimi oldukça kısıtlandı.
İfade özgürlüğüne ulaşamamak ölümcül sonuçlar doğurabilir: Bilim insanları ve akademisyenler araştırmalarının verilerini paylaştıklarında kovuşturmaya uğrarlarsa, hükümet politikalarını nasıl iyileştireceklerini özgürce tartışamazlarsa, pandemi sonrasında hastaların tedavisi ve sosyal koşulların iyileştirilmesi ciddi şekilde tehlikeye girer.
Bu yüzden, akademik özgürlük, basın özgürlüğü ve konuşma özgürlüğü tek başına ayakta kalamaz, birbirlerinden beslenirler. Rahatsız edici güçlerinin yanı sıra ifade özgürlüğü, kendini ifade etme ve sosyal bağ için hayati öneme sahiptirler: Fiziksel izolasyonda, özellikle savunmasız bir grubun üyesi iseniz, daha da yoğun bir bağlanma ihtiyacı duyarsınız. Sanal bağlantılar ve sosyal ağlar bu sorunu hafifletmeye yardımcı olabilir, ancak Türkiye’de sosyal medyada ifade ne kadar özgürdür? Aktivizmin görünürlüğü her zamankinden daha değerli olsa da, iki ucu keskin bir kılıçtır: Görünürlük, izleme teknolojileriyle ilgili olarak savunmasızlık anlamına gelir; bu savunmasızlık, belki de mevcut sosyal medya etkileşimlerimizin hacmi nedeniyle daha büyüktür. Türkiye’de birçok insan oldukları gibi görünebilmek için sosyal medyaya güvenirken, görüşlerini açıkladıkları için hapse atılıyorlar ve salgın gözaltıları durdurmuyor. Nisan ayı boyunca Türkiye’de 229 kişi gözaltına alındı ve sosyal medya paylaşımlarına dayanarak 616 kişi şüpheli olarak tanımlandı. (3)
Ayrıca sosyal medya platformlarının Türkiye’de bir temsilcisi olmasını ve verileri yerel olarak saklamasını zorunlu kılan yeni bir yasa yürürlükte. (4) Yasa aynı zamanda yargının, bu platformları belirli içerikleri kaldırmaya zorlamasına da olanak sağlayacak. Uzmanlar, yeni yasanın daha geniş bir hükümet denetimi sağlayacağı ve kişisel veriler üzerinde ciddi bir hükümet gözetimi riski taşıdığı uyarısında bulunuyorlar. (5)
Ancak bu, aktivistlerin geri adım atacağı anlamına gelmez. Ortak bir zemin oluşturmak ve kendi amaçları için yeni üyeler toplamak amacıyla yeni yollar ve araçlar geliştiren genç aktivistlerin azmi ve kararlılığıyla her zaman güçleniyoruz. . Pandemi, Türkiye’deki sivil toplumu durdurmadı ve belki de daha çok çalışmaya teşvik etti. Güvencesiz emekçilerin “Ödemiyoruz” adı verilen yeni bir girişimi, ekonomik krizi ön plana çıkarıyor ve devlet fonlarının kötü yönetilmesinin bedelini ödemeyi reddediyor. STK’lar ve farklı aktivizm alanlarındaki girişimler, izolasyona karşı bir cankurtaran olan canlı yayınlar aracılığıyla takipçilerine ulaşıyor. Kentlerde ekolojik aktivizm, özel şirketlerin tüm kuşatma ve kirliliğine rağmen tüm gücüyle devam ediyor. (6) Toplumun tüm bu çeşitli bileşenleri, karar mercilerini mevcut çevrim içi araçları kullanarak sorumlu tutmakta ısrar ediyor.
Çevrim içi aktivizmin siyasi baskıya nasıl tepki verebileceğine ilişkin en son örnek, hükümetin, hukuk önünde toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim temelli ayrımcılığı tanıyan ve kadınlara ve LGBTİ+ bireylere yönelik şiddete karşı koruma sağlayan İstanbul Sözleşmesinden çekilme planıdır. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Cuma hutbesinde LGBTİ+ topluluklarını açıkça hedef almasıyla gerilim daha da arttı. Erbaş’ın ifadelerini kınayan barolara karşı birer birer soruşturmalar açıldı.
Bu gelişmelerden bağımsız olarak ve pandeminin ortasında, önde gelen hükümet yetkilileri ve hükümet yanlısı medya kuruluşlarının artan nefret söylemine ve ayrımcı söylemlere rağmen, çeşitli Onur Haftası kutlamaları tüm renkleri ve etkinlikleriyle çevrim içi olarak gerçekleşti. LGBTİ+ topluluklar, resmi söylemin yürüttüğü LGBTİ+ fobisine karşı mücadele etmek için kendi söylemlerini genişleterek, LGBTİ+ haklarına yönelik siyasi saldırıları gündemde tutma konusunda titiz davrandılar. Feminist gruplar İstanbul Sözleşmesinden çekilmeyi ve evlilikte rıza yaşının düşürülmesini planlayan hükümete karşı kampanyalar yürütmeye devam ediyor. Acımasızca katledilmiş genç bir kadın bedeninin bulunmasının ardından, feministler kadın cinayetlerine karşı seslerini yükseltmenin yaratıcı ve güç katan bir yolunu bularak #İstanbulSözleşmesiYaşatır ve #ChallengeAccepted etiketlerini kullandıkları bir kampanya başlattılar. (8) Kadınların kendi siyah beyaz fotoğraflarını paylaştığı bu sosyal medya kampanyası, Türkiye’de kadın cinayetlerin cezasız bırakılmasına karşı küresel bir farkındalık yaratmıştır. Protestolar şu anda sokaklarda sürüyor ve binlerce kadın birbirini korumak için bir arada duruyor.
İfade ve haber alma özgürlüğünün karşısındaki en büyük engel siyasi baskı olsa da, dikkat ekonomisinin kendisi Covid-19 pandemisi koşullarında kamusal tartışma ve siyasal failliğin yolunu tıkamaktadır. Medya kuruluşlarının hükümet yanlısı sermaye tarafından biçimlendirildiği bir ortamda, sansür ve muhalif medyanın susturulması, gündemin korku salarak işgal edilmesi, ve Covid-19’a ilişkin içeriğin sansasyonel kullanımı medya ortamını daha da kötü hale getirmektedir. Böyle bir manzara, yolsuzluk, cinsel şiddet ve ayrımcılığa karşı cezasızlık, ekolojik yıkım, görevi kötüye kullanma ve gerçekte siyasi failliğimizi besleyen diğer “kötü” haberlerle ilgili önemli bilgileri kaçırma olasılığının çok daha yüksek olduğu anlamına gelir. Hepimiz ölü sayısı ve kıyamet haberlerine odaklanırken, toplumumuz üzerinde kalıcı etkisi olacak önemli olaylar konusunda karanlıkta kalıyoruz. Bu nedenle, özellikle şimdi, yurttaş gazetecilerin, aktivistlerin, muhalif medya kuruluşlarının sesini yükseltmek ve bu alternatif platformları maddi olarak desteklemek her zamankinden daha önemli.
Ve böylece, sonuç paragrafına geldik. Burada ortak bir payda, çözüme yönelik bir umut ışığı sunmam gerekiyor. İşte geliyor, küçücük bir deredeki kağıt kayık misali: Pandemiye ilişkin ortak, küresel deneyimimiz gerçekten de empati kurmamız, paylaşmamız ve dayanışma inşa etmemiz için bir fırsat olabilir; bunların hepsi iletişimimizin nasıl yapılandırıldığına ve temel ifade özgürlüğünü kullanıp kullanamayacağımıza bağlıdır. Ancak daha da önemlisi, farklı bağlamlarda bunun pratikte ne anlama geldiğini düşünmemizi gerektirir: İfade özgürlüğü yalnızca bir anayasa ve uluslararası koruma mekanizmaları ile garanti edilmekle kalmaz. Uygulanması, mekana erişimdeki yapısal eşitsizliklere, fiziksel ve maddi kaynaklara, zamana ve kişinin kendini ifade ederken ne kadar güvende olduğuna bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bu nedenle, ifade özgürlüğünü korumak ve özgürlükçü yeni fikirlerin yeşereceği toprağı beslemek istiyorsak, fırsatımızı kimin nerede konuşacağını, neyi ne zaman ve nasıl kullanacağını yeniden düşünmek için kullanmalıyız.
——————
(1) Ekibimiz Türkiye’deki öğrencilerin ihtiyaçlarını ve sorunlarını takip etmek için görüşmeler yapmaktadır. Covid-19 salgınında öğrencilerin, mevcut koşullara ilişkin görüşlerini okumak için buradaki makalelerimizi okuyun.
(2) Cezaevindeki öğrenci sayılarına ilişkin elimizdeki son veriler 2018 yılına ait. Bu sayı üç yıl içinde 25 kat artarak 70 bine ulaştı ve bunların 33 bini örgün ortaöğretime kayıtlı olanlardı. Ayrıca bu öğrencilerin kaçının siyasi nedenlerle cezaevinde olduğunu da bilmiyoruz.
(3) “Türkiye, sosyal medya devlerinin yerel temsilciler atamasını isteyecek: Yasa Tasarısı ”, Ali Küçükgöçmen, 9 Nisan 2020, Reuters. Yazının tamamını buradan okuyun.
(4) “Türkiye sosyal medyayı düzenleyen tartışmalı yasayı geçirdi”, New York Times, 29 Temmuz 2020. Yazının tamamını buradan okuyun.
(5) İşhan Erdinç’in Prof. Dr. Yaman Akdeniz ile Agos Daily röportajı, 9 Ağustos 2020. Röportajı buradan okuyun.
(6) Son protestolar, köylülerin kaynak sularını kirletecek bir metal zenginleştirme tesisini protesto ettiği Bursa’nın Kirazlıyayla köyünde gerçekleşti. Daha fazlasını buradan okuyun.
(7) Son gösteri, çocuk istismarı ve rıza yaşına karşı 21 Mayıs 2020’de yapıldı.Bununla ilgili daha fazlasını buradan okuyun.
(8) “Türkiye’de kadın cinayetleri artıyor. #ChallengeAccepted’da yer aldıysanız, gözden kaçırdığınız sebebi daha da güçlendirmeniz gerekir ”, Tuğçe Özbiçeri, The Independent, 6 Ağustos 2020. Yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.
* Bu okuduğunuz çeviri, yardımcı direktörümüz Zeynep Serinkaya Winter’ın İsveç PEN/Opp*’ta yayımlanmış makalesidir. İngilizce metne buradan ulaşabilirsiniz.