öğrenci vakıf üniversitesi (1)

Üç Örgütlenme Hikayesi: Vakıf Üniversitelerinde Değerli Olan Ne? 

Mert Batur

Eğitimde özelleştirme sürecinin ana eğilimlerinden biri olarak yükseköğretimin de özelleştirilmesi, Türkiye’de son 30 yılın üniversite tartışmalarına şekil veren başlıklardan biri haline geldi. Çoğunun adı dahi pek bilinmese de Türkiye’de 77 vakıf üniversitesi bulunuyor. İçlerinden bazıları en köklü devlet üniversitelerini geride bırakarak, hem sağladıkları imkanlar hem de güçlü akademik kadrolarıyla öğrencilerin ilgisini topluyor. Hatta vakıf üniversiteleri, yoksul ailelerin borçlanmak pahasına çocuklarını okuttukları bir yer haline geliyor. Ama bir dakika… Bu gösterişli ve ışıklı kampüslerin gizleyemediği bir şey var. Özellikle en bilinen vakıf üniversitelerinin, sahiplerinin soyadını taşımasında hakikaten bir tuhaflık yok mu?

Marka değeri” kavramı, çok uluslu şirketlerin kurumsal göstergelerinden biri olarak yaygınlaşmış bir kavram. Bizim bildiğimiz “değerlere” pek benzemiyor. Değeri yaratan hikayeden bağımsız olarak, olan bitenin üzerine çekilmiş bir örtü olarak varlık kazanıyor. Böylece “marka değeri“, her koşulda korunması gereken ve korunmadığı durumlarda ekonomik olarak istikrarsız bir gelecek ihtimali taşıyan bir özellik haline geliyor. Yani değerli olmak değil de; marka değerini korumak. Başka bir deyişle içeriğin biçim karşısındaki mağlubiyeti, fiilin söz karşısındaki görünmezliği… Objektif bir tanımla “marka değeri“: “Marka sahibinin bir markanın kullanımından sağlayabileceği gelecekteki bütün finansal girdilerin bugünkü değeri.” Öyleyse yasal olarak kar etmesi yasak olan vakıf üniversitelerinin de marka değeri olur mu ve nasıl korunur?

Üniversitenin adına karşı sahibinin soyadı

En bilinen vakıf üniversitelerinin isimleri, genelde kurucu sahiplerinin soyadı oluyor; ama bu basit bir isimlendirmeden fazla sonuçlara sebep oluyor. Böylece bir öğrencinin öğrenim gördüğü, bir parçası ve bileşeni olduğu üniversitenin ismi; aynı zamanda muhtemelen başka alanlarda da yatırımları olan bir sermayedarın marka değeri haline geliyor. Bir öğrencinin üniversitesiyle ilgili söylediği bir söz, aynı zamanda sermayedarın soyadını bağlıyor.

İlginç bir örnekle açıklayalım. Anonimleştirmek için ilgili üniversitenin adına “Özkardeşler Üniversitesi” diyelim. Özkardeşler Üniversitesinde öğrenciler bir araya geliyor ve örgütleniyorlar. Bu örgütlenme; yurt, yemekhane, ulaşım başta olmak üzere öğrencilerin sorunlarla karşı karşıya kaldığı alanlarda bir dayanışma ağı niteliği taşıyor ve bu sorunların çözümü için Rektörlük karşısında öğrencileri temsil eden bir mücadele ağı niteliği kazanıyor. Doğal olarak, bu öğrencilerin ortak özelliği aynı üniversiteyi paylaşmaları, yani Özkardeşlerli öğrenciler olmaları. Örgütlenmenin adı da buradan yola çıkarak Özkardeşler Komitesi oluyor ve sosyal medya hesaplarında da böyle yer alıyor. Ancak üniversite yönetimi ve mütevelli heyeti, bunun marka değerini ihlal ettiği gerekçesiyle kullanılamayacağı savunmasıyla ilgili sosyal medya hesabını, üniversitede görev yapan bir ticaret hukukçusu eliyle kapattırıyor. Öğrenciler, tabii ki örgütlenmenin adı konusunda dirençli davranıyorlar ve bu “çok özel” hak karşısında, kamusal haklara vurgu yaparak toplum çıkarını savunuyorlar ve aynı isimle çalışmaya devam ediyorlar.

Üniversite logosunun önünde durmak ya da durmamak

Marka” sadece isimden oluşmuyor tabii ki. Bir mal veya hizmeti, diğerlerinden ayırmaya yardımcı olabilecek her nitelik, markaya dahil oluyor. Bunlar arasında, isimden sonra ilk akla geleni de, tabii ki logo. Bu logo da ticaret hukukuna göre, marka sahibi tarafından korunabiliyor. Fakat bir vakıf üniversitesinin logosu da mı benzer şekilde korunacak ve asıl önemli olan soru: öğrencilerden de mi korunacak?

Yine anonimleştirmek için bu durumun yaşandığı üniversitenin adını da “Uskumru Üniversitesi” olarak değiştirelim. Uskumru Üniversitesinde öğrenciler, üniversitenin öğrencilere sağlaması gereken imkanları sağlamadığı gerekçesiyle örgütlenerek çalışmaya başlıyorlar. Bölüm mezunlarının atamasının kanunen yapılamaması ve vaat edilen stajların üniversitenin ilgili bölümünden mezun olan öğrencilere ayarlanmaması gibi sebeplerden ötürü seslerini duyurmaya çalışan öğrenciler, üniversite içerisinde bir video çekiyorlar. Videoda genel olarak, Türkiye’deki genç işsizliğinden, üniversitenin vaatlerinden, öğrencilerin sorunlarından, mezunların çaresizliğinden bahsediyorlar ve bütün kamuoyunu dayanışmaya çağırıyorlar. 

Fakat o da ne? Bu video, üniversitede çekildiği için (aslında bundan daha doğal ne olabilir?), öğrencilerin arkasında üniversitenin logosu da görünüyor. Öğrencilerin doğal olarak en çok bir araya geldikleri ve her ne kadar vakıf da olsa kamusal alan olarak kabul edilen bir mekanda video çekilmesi suç kabul edilebilir mi? Öğrenciler bu videoyu yayınladıktan sonra tek tek üniversite yönetimi tarafından tehdit ediliyorlar ve logonun görünmesi sebebiyle marka haklarını ihlal ettikleri konusunda korkutuluyorlar. Nihayetinde video kaldırılıyor ve öğrencilerin örgütlenmesinin önüne korku duvarları çekilmiş oluyor.

Marka değerini karşı güce çevirmek

Üniversiteler (devlet ya da vakıf fark etmeksizin) kamusal alanlardır. Bu; ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlüklerinin kullanımı açısından öğrenciler lehine sonuçlar doğurur. Üçüncü örneğimizde, üniversite içerisinde kolektif olarak ifade özgürlüğünü kullanan öğrencilere açılan bir soruşturmaya karşı, öğrencilerin marka değerini nasıl lehlerine kullandıklarını görüyoruz.

Üniversite içerisinde gerçekleştirilen bir eyleme disiplin soruşturması açılması sonucunda eyleme katılan öğrencilerden üçünün bursu kesiliyor. Öğrenciler ise buna karşılık ilgili üniversitenin adının vererek “Tercih yapacak öğrenciler, buraya gelmeyin” diyen bir internet sitesi kuruyorlar. Sitede, üniversite içerisinde yaşanan hak gasplarını anlatıyorlar ve bütün kamuoyuna teşhir ediyorlar. İnternet sitesi bir gecede 100.000’e yakın tıklanınca üniversite yönetimi tarafından öğrencilerin bursları iade ediliyor. 

“Ne burası şirket, ne biz müşteri; burası üniversite, biz öğrenciyiz!”

Vakıf üniversitelerinde öğrenciler, yıllardır bu sloganla mücadele ediyor. Üniversite sahiplerinin korumak istediği marka değeri, öğrencileri değerli kılmıyor ve haklarını kullanmanın önünde fiili bir engel oluşturuyorsa; esas değerli olanı öğrenciler koruyor demektir. 

Ancak vakıf üniversitelerinden konuyla ilgili görüşünü aldığımız arkadaşların söylediği ilginç bir nokta daha var: “Biz üniversitede örgütlenirken bu marka değerinin bazen faydasını görüyoruz. Basında kötü yer almamak için çok defa öğrencilerin aleyhine olacak durumları hızlıca kapattılar (Üniversite yönetiminden bahsediyor.). Tersinden şeyler de oluyor. Öğrenciler de, bu vakıf üniversitelerinin çoğu çok yeni olduğu için aman diplomamızın değeri düşer mi diyerek okulu kötülemeyelim düşüncesine giriyor. Burası, adı ne olursa olsun bizim okulumuz aslında. Biz burayı kötülemiyoruz ki. Ama sesimizi niye çıkarmayalım? Kötü bir durum varsa, marka değerini korumak için bile olsa düzeltecek olan biz değiliz ki, üniversite yönetimi. Yok yönetemiyorlarsa çağırsınlar bizi, biz yönetelim.” diyor bir vakıf üniversitesi öğrencisi olan Kamil.

Sahi, öğrencilerin yönetime katıldığı bir üniversite modelinde, üniversiteler daha kamusal, daha özgür, daha eşitlikçi olur muydu? Vakıf üniversitelerinde değerli olanlar şimdilik genelde bunlar değil. Ama öğrenciler, her yerde seslerini yükseltmeye devam ettiğine göre umut var demektir.

tr_TRTurkish
tr_TRTurkish