2024 Uluslararası Çalışma Gezisi Öğrenci Deneyimleri Serisi 3: Rona’nın Çalışma Gezisi Deneyimi
Ben uzun zamandır trans hakları aktivizmi yapan ve feminist örgütlenmelerde yer alan biriyim. Ekim ayında, bir grup üniversiteli aktivist olarak Strazburg ve Brüksel’e unutulmaz bir gezi düzenledik. Bu gezi hem kültürel etkileşim, hem deneyim hem de politik deneyim açısından çok zengin bir içerik sundu.

Yolculuğumuzun ilk durağı olan Strazburg, Avrupa Birliği’nin kalbi olarak biliniyor ve bu özelliği ile sivil toplum hareketleri ve insan hakları alanında önemli bir merkez. Burada Avrupa Birliği Parlamentosu’nu ve birçok sivil toplum örgütünü ziyaret etme şansı bulduk. Vekiller ile sohbet edebildik ve daha küresel bir açıdan hak ihlalleri ile mücadele noktasında çok ufuk açıcı bir vizyon kazanabildiğimizi düşünüyorum. Tanıştığımız STK’lar hem deneyim paylaşımı hem de ortak projeler üretilebilir mi gibi noktalarda çok ilham vericiydi.
Bunların dışında Türkiye’den birçok farklı üniversite ve çalışma alanlarından aktivistler ile çok yakın bağlar geliştirebildik, bunun da verdiği hazdan ve birikimden bahsetmeden geçemeyeceğim. Strazburg’da şehrin simgesi olan bir katedralin çok yakınında bir evi dört kişi olarak paylaştık. Tüm günümüzü birlikte geçiriyorduk ve çok özel dostluklar kurduğumuzu düşünüyorum. Yaptığımız kahvaltılar, yediğimiz yemekler inanılmaz keyifliydi. Strazburg çok sakin bir şehir olmasına rağmen inanılmaz bir tarihi gözler önüne seriyor ve huzurlu hissettiriyordu. Nehir gezisi çok soğuk olmasına rağmen şehrin hem tarihi kısmını hem de daha yeni ve modern yerleşkeleri birleştiren nehirde yaptığımız tur büyüleyiciydi. Sürekli fotoğraf ve video çekmekten anı kaçırdım diyebilirim 🙂

Strazburg Üniversitesi’nde gözlemlediğim Türkiye’de pek alışık olmadığımız o şehir üniversitesi kavramı çok etkileyiciydi. Kampüs hayatı vardı fakat toplumdan izole olmadan da bu sürdürülebiliyor; yüksek duvarlarla, her yerde güvenlik görevlileri olmadan da öğrenciler özgürce ve güvenli şekilde kampüslerde var olabiliyordu. Kampüslerde ifade özgürlüğü noktasında da en çok dikkatimi çeken şeylerden birisi afişler ve stickerlardı. Ben ODTÜ’de okuyan bir öğrenci olarak bu kültürü Türkiye’deki diğer üniversitelere göre görece daha rahat yaşayabildiğim için şanslı hissederdim. Farklı üniversitelerde örgütlü veya aktivist arkadaşlarım kampüs içlerine afişleme, sticker yapmakta çok zorlandıklarını, stand açma gibi şeylerin ise resmi bir topluluk değilseniz mümkün olmadığını hep aktarırdı fakat Strazburg Üniversite’sinin duvarlarının çoğu Filistin, feminizm, LGBTİ+, veganizm… gibi konularda her renkte sticker ve afişlerle doluydu. ODTÜ’de bunu yapabilsek de bir afiş ya da sticker güvenlikler tarafından fark edilene kadar kalabilir. Elbette Avrupa’da insanlar kendini daha özgür ifade ediyor, bunu o stickerlara bakarak öğrenmedim tabii ki fakat Avrupa’da üniversitelerde örgütlenmelerin ve öğrenci hareketlerinin bu kadar aktif olduğunu görmek o “burjuva, beyaz Avrupalı” bakışımı değiştirdi, mücadelenin her yerde mücadele olduğu ve ortak hareket edebilirsek karşısında olduğumuz dünyayı yerinden oynatabiliriz inancını pekiştirdi. Duvarlarda afişini gördüğüm bir Filistin örgütlenmesi ile de döner dönmez mail yolu ile iletişime geçtim, uzun vadede ortak paneller veya atölyeler yapabilir miyiz üzerine konuşuyoruz ve enternasyonel bağlar kurabiliyor olmak çok heyecan verici.
Bir sonraki durağımız olan Brüksel için çoğu katılımcı gibi ben de daha heyecanlıydım. İnanılmaz canlı olan bu şehirde yapılabilecek aktiviteler ve gezilebilecek yerler gerçekten bitmiyordu. Gezide tanıştığım sivil toplum örgütleri arasından en çok etkilendiğim Euromed Rights oldu. Mücadelenin ne kadar uluslararası olduğuna inancımı çok fazla güçlendirdi. Türkiyeli olmayan insanların, Türkiye gündemlerine olan hakimiyeti şaşırtıcı ve çok etkileyiciydi. Şu an Filistin gündemini buradan ne kadar sıkı takip ediyorsam ve duygusal bağlar kuruyorsam bunun bizlere karşı hissedilmesi alışık olmasam da güzel bir histi ve ufuk açıcıydı.

Beni kişisel olarak en çok duygulandıran kısma da değinmeden yazımı sonlandırmak istemiyorum. Lise yıllarımdan beri mücadelenin içinde olan bir trans kadın olarak ilk kez sokakta özgürce yürüyebildiğimi hissettim. Her adım attığımda arkama bakmak zorunda kalmadığım, sürekli rahatsız edici bakışlara ve sözlü ya da fiziksel tacizlere maruz kalmadan geçirdiğim bu inanılmaz güvenli alan hem Türkiye’de neden mücadele etmem gerektiğini sürekli hatırlatan ve motive eden bir şey olsa da hayalini kurduğum, transların var olabildiği o dünyayı deneyimleyebildiğim için çok mutluyum. İnsanca yaşamak, sokakta yürürken korkmadan adım atabilmek bir ütopya değilmiş. :’)
Gezide zihnimde açılan yeni pencereler, mücadeleye bakışım veya pratiklerim konusunda kazandığım yeni birikimler, edindiğim mükemmel dostluklar ve bu şansı tanıdıkları için Sivil Alan Araştırmaları Derneği’ne sonsuz teşekkür ederim. <3