2024 Uluslararası Çalışma Gezisi Öğrenci Deneyimleri Serisi: 2024 Çalışma Gezisi Deneyim Aktarımı
*Alya Adin Aydın
2024 Uluslararası Çalışma Gezisi Öğrenci Deneyimleri Serisinin ilk yazısında Alya Adin Aydın’ın bu yılki Uluslararası Çalışma Gezisi’nde yaşadığı deneyimleri ve edindiği yeni bakış açılarını paylaşmak üzere kaleme aldığı yazısını sizlerle paylaşıyoruz.
Bu deneyimi anlatmaya neresinden nasıl başlasam bilemiyorum aslında. Bir grup Türkiyeli aktivist olarak Avrupa’daki dernekler ve sivil toplumla tanıştığımız, bolca gezdiğimiz, aktivizm hakkında tartıştığımız ve aslında bunları yaparken bir çeşit aktivizm yaptığımız unutulması zor bir deneyim… Sanırım kronolojik olarak günlerimiz nasıl geçti anlatarak sonunda da şöyle bir toplamaya çalışacağım.
Pazartesi sabahı erkenden İstanbul’dan yola çıktık, bu 5 günün nasıl geçeceğini bilmemenin gerginliği ve heyecanıyla dolu bir şekilde. Strazburg’a vardığımızda, tren istasyonundan çıkıp sokağa ayak basmamızla birlikte sanki bu grubu özel olarak karşılıyormuş gibi, pride bayrağı renklerine boyanmış upuzun bir yol karşımıza çıktı. Bunun başlangıç için harika bir işaret olduğuna inanarak mutlu olduğumu hatırlıyorum. O gün Strazburg’u gezdikten ve evlere yerleştikten sonra minik bir gece turu yaptık. “Küçük Fransa” denilen ve eski zamanlardan fırlamış gibi görünen inanılmaz Alsas evlerini gezdikten sonra kendi aktivizm hikayemizin nasıl başladığından konuşmaya başladık. O gece kadın hareketinde Kürt ve trans kadınların nasıl ötekileştirildiğine dair çok sarsıcı bir konuşma yaptığımızı hatırlıyorum.
Salı günüyse kahvaltı edip kendi aramızda bir toplantı alarak güne başladık. Türkiyeli öğrenciler olarak haksız göz altılara ve hak ihlallerine karşı hangi hukuk mekanizmalarına başvurabileceğimizi tartıştık. Bu konuşmada beni en çok üzen şey aramızda çoğu kişinin göz altına alınmış olması ve bu durumun neredeyse normalleşmiş olmasıydı. Daha sonra Avrupa Konseyi, AİHM ve Avrupa Parlamentosu’nun birbirine komşu olduğu o etkileyeci bölgeye doğru yola koyulduk. İlk durağımız Avrupa Konseyi oldu. Avrupa’nın dört bir yanından gelen temsilcilerin tartıştığı kocaman odadaki mavi sandalyelere bakarken orada bulunmak çok gerçek dışı geldi bana. Daha sonra Türkiyeli bir çalışanla Konsey hakkında sohbet etme şansımız oldu. Beni en çok şaşırtan şey sanırım “Hudoc Exec” adlı bir sistem üzerinden konseyde görüşülen tüm dosyalara erişim sağlayabiliyor oluşumuzdu. Bu durum bana fazlasıyla ulaşılmaz ve biraz da üstenci gelen bir evrenin daha ulaşılabilir olduğunu fark etmeme vesile oldu diyebilirim. Konseyde Türkiye’yle ilgili olarak Opuz, Kavala ve Kıbrıs dosyalarının tartışıldığını, hatta Aralık ayında ise Hrant Dink dosyasının tartışılacağını öğrendik. Bu konuşmada en çok üstünde durduğumuz konulardan biri de yaptırım meselesiydi. Uyarılara uymayan ülkelere ne gibi yaptırımlar uygulanabileceği cevapsız kaldı maalesef. Konseyden atılmak gibi bir yaptırımın Rusya örneği üzerinden ne gibi sorunlara yol açabileceğini tartıştık. Daha sonraki durağımız ise EIN (Avrupa Uygulama Ağı) oldu. Sessiz sakin bir yerde minik bir tepenin üstünde filmlerden fırlamış gibi görünen bu küçük binayı gördüğümde çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Burada ise spesifik dosya ve vakalardan bahsettik: Türkiye, Romanya, Sırbistan… Türkiye’deki uygulama sorununun derinliğini fark edince şaşırmamakla birlikte hepimizin istemsizce moralinin bozulduğunu fark ettim. Zorla kaybolma, habercilerin yaşadığı yargılanmalar ve ifade özgürlüğünün Türkiye hakkında tartışılan ana konulardan olduğunu öğrendik. Benim en çok ilgimi çeken uluslararası vakalardan biri ise Romanya’daki psikiyatri hastanelerinde çok yaygın ve inanılmaz bir hak ihlali sorunu olmasıydı. Orada tanıştığımız genç bir çalışanın bize queer bir bar önermesi ise yine bu kurumaların ulaşılmaz olduğu algımı biraz sarstı… Günü işte bu sıcak ve güvenli barda sonlandırdık.
Çarşamba günü ise Avrupa Parlamentosu’nda Nacho Sanchez Amor ve Ivan Hortal Sanchez ile görüştük. Avrupa Parlamentosu’nda başkanlık yapan ilk kadın olan Simone Veil’le ilgili her yerde bulunan bilgilendirmeleri gördüğümde çok sevindim. Nacho Sanchez Amor’la olan görüşmemizde Fransa’da yaşayan İspanyol birinin Türkiye hakkında bu kadar bilgi sahibi olması beni çok etkiledi. Ivan Hortal Sanchez’le görüşmemiz ise Parlamento’nun kafesinde, daha informal ve sıcak bir şekilde gerçekleşti. Kendisinin bağlı olduğu Yeşil Parti’yle, göçmenlerle, Türkiye’deki yerel çevre hareketleriyle ve hayvan haklarına bakışlarıyla ilgili konuştuk. Genel olarak güzel bir konuşma olmasına rağmen sanırım hayvan hakları alanında daha bilinçli olmalarını dilerdim. Akşama doğru ise Starzburg Üniversitesi’ni ziyaret ettik. Türkiye’deki inanılmaz kapalı ve izole üniversiteler yerine neredeyse tüm sokağa yayılmış ve herkese açık olan bu kampüs karşısında çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Okuldan çıkan bir grup üniversiteliyle sohbet etme şansımız oldu. İnanılmaz tatlı bir gruptu ve bize Brüksel’de gidebileceğimiz birçok yer önerdiler. Dışarıdaki masaların birinde bir tacizciyi ifşalayan bir afiş ve QR kod görüp bundan oldukça etkilendik ayrıca. Akşam ise Ren Nehri’nde inanılmaz bir tekne turu yaptık. Biz bindiğimizde hava tam kararmamıştı, yavaş yavaş karanlığa gömülen Strazburg’u izlerken ve kulaklıklarla şehrin tarihini dinlerken zaman-mekan algım oldukça sarsıldı. Biz tekneyle süzülürken, karadaysa kalabalık bir grup koşucu sanki bizle yarışır gibi koşuyordu. Bir yandan inanılmaz huzurlu hissederek, bir yandan da heyecandan ve soğuktan hafifçe titreyerek bu harika geziyi sonlandırdık.
Perşembe günü ise sabah erkenden Brüksel’e geçtik. Hepimiz sanırım Strazburg’un sakinliğinden sonra bir büyükşehire ayak basınca biraz şaşıp kaldık. Gezi boyunca birbirimizi “Strazburgcu” veya “Brükselci” olarak adlandırdığımızdan bu aramızda süregelen bir şakaya dönüştü hatta. İlk durağımız IFJ (Uluslararası Gazeteciler Federasyonu) oldu. Burada aslında Türkiye’de gazeteciliğin ne kadar zor olduğundan ve olamayan basın özgürlüğünden bahsettik. Daha sonra ise Avrupa Gençlik Forumu ile bir görüşme gerçekleştirdik. Burada hepimiz kendimizi tanıttıktan sonra hem Türkiye hem de Avrupa’daki gençlik hareketlerinden bahsettik. Avrupa’daki gençlerin oy verme yaşının 16’ya çekilmesi konusu hakkında uzun bir tartışma gerçekleştirdik. Filistin soykırımı hakkında sorduğumuz sorulara fazlasıyla politik cevaplar almak yine beklediğimiz bir durum olsa da beni biraz üzdü. Güzel bir tartışma gerçekleşmiş olmasına rağmen bizim sorunlarımız buraya taşınabilir mi, bu sorunlar ne kadar objektif ele alınabilir gibi sorular aklımda uçuşmaya devam etti.
Cuma günüyse tatlı bir yorgunlukla son güne başladık. İlk olarak Freedom House’tan Aykut Gariboğlu ile görüşmeye gittik. Bu görüşmenin vegan bir kafede yapılmış olması beni ekstra mutlu etti. Şu ana kadar programdaki deneyimlerimizden ve STK’lara sağlanan fonlardan bahsettiğimiz sıcak bir konuşma oldu. Oradan ise EuroMed Rights ile görüşmeye gittik. Burada hepimizi duygulandıran bir şey karşıladı bizi: görüşme saatlerinin yazıldığı bir ekranda “Türkiyeli Aktivistler” yazısı... Görüşme yaptığımız odaya girdiğimizde bizi karşılayan Filistin bayrakları ise hepimizi fazlasıyla şaşırttı diyebilirim. Sadece Avrupa’dan veya tek bir ülkeden gelmemiş üç genç çalışanla yaptığımız konuşma sanırım gezideki en sevdiğim görüşmelerden olabilir. Genç aktivistlere yönelik staj gibi bir program geliştirileceğini söylediklerinde ve bunun hakkında bizim fikirlerimizi ve katkılarımızı almak istediklerinde gerçekten bir şeyler hakkında söz hakkımızın olduğunu hissettim. Bu benim için oldukça güçlendirici bir fark ediş oldu. Oradan ise son görüşmemize, EED (European Endowment for Democracy)’ye doğru yol aldık. Burada da ileride bir STK kurmak istersek nelerle karşılaşabileceğimiz, sürecin nasıl işleyebileceği konusunda bilgilendiğimiz için güzel bir kapanış oldu diyebilirim. Tam o gün Boğaziçi Onur Yürüyüşü davasında beraat kararı alındığını öğrendik ve bu haberle birlikte gezi harika bir sona ulaşmış gibi hissettim. Geceyi Brükesel’de bir drag show izleyerek kapattık…
Geriye dönüp tüm bu anılara baktığımda sanırım bu gezide kazandığım en önemli şeyin Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş bir grup aktivist olarak aramızda yaptığımız paylaşımlar olduğunu fark ediyorum. Hepimizin derdi yer yer ayrı, ama özünde aynıydı. Çoğu kişinin aktivizme başlamasında etkili olan ana kırılma noktasının nasıl kendi deneyimleriyle paralel gittiğini fark ettim.Ama tabii ki böyle bir genelleme yapmak istemem, ki zaten çoğumuz kendi öznesi olmadığımız alanlarda da çalışıyorduk. Ayrıca Avrupa’ya ve kurumlarına karşı ön yargılarımızdan bahsetme şansımız oldu bol bol. Bazı yönleriyle bu çekincelerimiz hala yerinde dursa da elimizde olan kaynakları daha iyi şeyler için kullanabileceğimize dair bir inanç da oluştu kimimizde. Daha büyük bir şeyin parçası gibi hissetmek önemliydi bence bizim için.
Sokakta karşımıza çıkan stickerlar, politik yazılar, örümcek ağları, kanallar, kahkahalar, müzeden fırlamış gibi görünen aynalar, aktivizme karşı yer yer içimizi kaplayan korkular ve yer yer artan umutla dolu inanılmaz bir deneyim oldu bu gezi benim için. Emeği geçen ve bizim bu deneyimi yaşamamızı sağlayan herkese sonsuz teşekkürler…