Beyza Kural ile Basın Özgürlüğünün İhlali Üzerine Verilen AYM Kararı Hakkında Söyleşi
Öğrenci hareketi haberleri yapan muhabir Beyza Kural, 2015 senesinde Yükseköğretim Kurulunun (YÖK) kuruluşunu protesto etmek isteyen öğrencilerin eylemini takip etmek için Beyazıt Meydanındaydı. Kural, çekim yaparken basından olduğunu söylemesine rağmen polis tarafından alıkonuldu ve ters kelepçe takılarak alanda bekletildi. Yaşananlardan sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunmasına rağmen buradan sonuç alamayan Kural, 2016 senesinde Anayasa Mahkemesine (AYM) bireysel başvuru yaptı. 12 Ocak 2021’de AYM, basın özgürlüğünün ihlal edildiğine kararı vererek, 15 bin lira manevi tazminat verilmesine karar verdi.
Biz de Sivil Alan Araştırmaları Derneği olarak, Beyza ile o gün yaşananları ve sonrasında ilerleyen hukuki süreci konuştuk.
Sivil Alan Araştırmaları Derneği: Öncelikle 5.5 sene öncesine gidelim. O gün öğrenciler Beyazıt Meydanında YÖK’ün kuruluş yıldönümünde YÖK’ü protesto etmek için bir araya gelmişti. Nasıl bir atmosfer vardı?
Beyza Kural: 6 Kasım 2015’te, YÖK’ün kuruluş yıldönümü protestoları için her yıl olduğu gibi adres İstanbul Üniversitesi idi. Açıklamadan daha erken bir saatte Edebiyat Fakültesi önüne gittiğimi ve alanda çok fazla polis olduğunu hatırlıyorum. Hatta burada sivil bir polis gelip kim olduğumu sorduğunda basın kartımı göstermiştim. Öğrencilerin Edebiyat Fakültesinin yan kapısından çıkacağının duyurulması üzerine oraya yönlendik. Yine çok sayıda polis buradaydı. Öğrenciler kapı önüne çıkıp pankartlarını açtıktan kısa süre sonra da müdahale başladı. Yere yatırılıp ters kelepçe takılmaya çalışılan bir öğrenciyi kayda alırken ben de davaya konu olan müdahale ile karşılaştım. Ortamın çok gergin olduğunu hatırlıyorum. Ve 1 Kasım’daki seçimlerinin hemen ertesinde yaşandığını hatırlarsak atmosferi biraz daha canlandırabiliriz sanırım.
CSSA: Bir muhabir olarak gösterileri takip ediyordun; fakat polis ters kelepçe yaparak seni bir süre alıkoydu. O gün orada Anayasa Mahkemesinin -geç de olsa, “basın özgürlüğünün ihlali” kararı verdiği bir durum yaşandı. Bize bir muhabir olarak yaşadığın süreci biraz aktarabilir misin, neler oldu?
BK: Yere yatırılıp ters kelepçe takılmaya çalışan bir öğrenciyi çekerken sivil giyimli kişilerce alandan itilerek uzaklaştırıldım. Gazeteci olduğumu söyledim, basın kartımı gösterdim, bu sırada gelen sivil giyimli bir başka polis “Sana bir şey söyleyeyim bak, hiçbir şey eskisi gibi değil artık, bunu öğreteceğiz size” dedi. Boynumda asılı duran ve hala kayıttaki fotoğraf makinasını kaldırdığım zaman aynı kişi tarafından kolumdan çekilerek gözaltı aracı yanına götürüldüm. Bu sırada “kartımı ısrarla göstermediğimi, polislerin yüzünü çektiğimi” tekrarlıyordu ancak basın kartım elimdeydi. Gözaltı aracı önünde ters kelepçe takıldı. Araç dolu olduğu için bindirilemezken, alandaki gazetecilerin gazeteci olduğumu söylemesi üzerine serbest bırakıldım. (CSSA not: bahsedilen görüntülere buradan ulaşabilirsiniz.)
Darp raporu alarak polisler hakkında şikayette bulunduk. Şüpheli polislerin karakolda meslektaşlarına verdikleri ifadelerin ardından savcılık kovuşturmaya yer olmadığı kararı verdi. 2016 yılında da konu Anayasa Mahkemesine taşındı.
Henüz savcılık kararını vermemişken, şüpheli polislerden birini bir başka basın açıklamasında gördüğüm anı ve orada hissettiğim tedirginliği çok net hatırlıyorum.
CSSA: Yaptığınız şikayet neticesinde savcılık, dava açılmasına gerek yok diyerek takipsizlik kararı verdi. Siz vazgeçmediniz, Anayasa Mahkemesine başvurdunuz. Yaşanan olaydan 5.5 sene sonra ise ihlal kararı çıktı. Kararla alakalı neler söylemek istersin?
BK: AYM, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, ifade özgürlüğünün ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi. Kararın yeniden yargılama yapılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine hükmetti ve manevi tazminatı karara bağladı.
Gazetecilerin alanda çalışırken karşılaştığı ihlaller öyle yaygın ki, yakın zamanda Boğaziçi Üniversitesi rektör atama protestolarında da gördük, kolluk kuvvetlerinin gazetecilere şiddeti, engellemesi olağan hale gelmiş durumda. Ben gözaltına alınma girişimi ile karşılaştım ancak birçok gazeteci haber takibinde ya da yayımlanan haberleri nedeniyle gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, haklarında hapis cezaları veriliyor. Öte yandan gazetecilerin karşılaştıkları şiddete dair başvurular cezasızlıkla sonuçlanıyor. Bu nedenle birçoğunda yargı sürecine bile başvurmuyor insanlar. Dolayısıyla AYM’nin “ihlal” kararı, gazetecilerin karşılaştıkları benzer durumlar için emsal olması açısından, gazetecilerin elinin altında bu kararın olması açısından iyi. Yeniden yargılama süreci nasıl geçer bilmiyorum ama alanda karşılaştığım ve rutin görünen bu uygulamalar aslında yapılamaz, aslında ihlaldir. Karar, bunu bir kez daha söylemek için bir vesile oldu.
Öte yandan 6 Kasım 2015’te öğrencilerin ters kelepçe takılıp yere yatırılarak gözaltına alınmalarıyla ilgili bildiğim kadarıyla kolluk kuvvetleriyle ilgili işlem yapılmadı. Aksine öğrenciler hakkında açılan dava sürüyor.
CSSA: Sen senelerdir öğrenci haberlerini takip ediyor, haberleştiriyorsun. Kampüste ve meydanlarda, öğrenciler çok ciddi hak ihlallerine maruz kalıyorlar. Türkiye’de bu alanda muhabirlik yapmak nasıl bir deneyim? Nelerle karşılaşıyorsun?
BK: İşini yapmak için sürekli mücadele etmek zorunda kalıyorsun. “Burada duramazsın, basın mısın, kartını göster, sarı basın kartın yok mu, adliye basını mısın, burada haber yapamazsın, izin alman lazım…” Kolluk kuvvetlerinin engelleyici tavırları her yerde karşımıza çıkıyor. Öte yandan burada kadın, genç ve yaygın medyada çalışmayan bir gazeteci olarak karşılaştığımız gayet cinsiyetçi bir durum da var. Örneğin o gün benim defalarca gazeteci olduğumu söylememe, kartımı göstermiş olmama ve sonuçta kartımı göstermediğim gerekçesiyle gözaltına alınmaya çalışıldığımda duyulmayan sözlerime karşın erkek bir gazetecinin gazeteci olduğumu belirtmesi ile serbest bırakıldım. AYM kararında değindiği gibi “ders verme” tavrı çok yaygın.
Bu engellemenin bugün bir başka örneğini de gazetecilerin Boğaziçi Üniversitesine girememesiyle görüyoruz.
CSSA: Ocak’tan beri Boğaziçi Direnişi sürüyor ve Türkiye’nin pek çok şehrine daha taşındı. Sosyal medyanın da etkisiyle, öğrenciler daha hızlı şekillerde mobilize olmaya başladılar. Tam bu esnada biz de “Kampüste Yurttaş Gazeteciliği” atölyeleri* düzenlemiştik beraber. Öğrencilere kampüste karşılaştıkları hak ihlallerini nasıl haberleştirebileceklerini aktarmıştın. Belki son olarak, içinde olduğumuz süreci de düşünerek öğrencilere buradan söylemek istediğin/söyleyebileceğin haberciliğe dair tüyolar ve önerilerin olabilir. Onları duyabiliriz senden…
BK: Atölyelerde öğrenciler en çok, karşılaştıkları ihlalleri haberleştirecekleri, duyuracakları alanların olmayışına dikkat çekiyordu. Bugün Boğaziçi Üniversitesinde kendi haber ağlarını oluşturdular, birçok alandan yaşananları aktarıyorlar. Bunca engellemeye karşı yeni yollar da bulunuyor. Bu da çok heyecan verici.
Takipsizlik kararını getiren süreçteki şüpheli ifadelerinde de, zamanında Avrupa Konseyi’nin konuyla ilgili sorusuna da verilen yanıtta da “gazeteci olduğum anlaşılınca serbest bırakıldığım” iddia ediliyordu. Tüm süreç boyunca kameramın kayıtta olmasının ve alandaki diğer gazetecilerin, elimde kartımla gözaltına alınmaya çalışıldığıma dair fotoğraflar çekmesinin kararda etkili olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla diyebileceğim şu ki; kayıtta kalmaya, birbirini kollamaya ve kamerayı yan tutmaya devam. ?
* Beyza Kural ile düzenlediğimiz Kampüste Yurttaş Gazeteciliği atölye çalışmalarından derlediğimiz broşüre ve hazırladığımız videoya kelimelere tıklayarak ulaşabilirsiniz.
** Röportaj boyunca kullanılan fotoğraflar Bianet’in ilgili haberlerinden alınarak kullanılmıştır. (1) (2)