unnamed (1)

Bir Hukuk Öğrencisinin İş Başvurusu: “KYK Kredisinden Az Ücret İçin Yalvarmamız Bekleniyor”

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada çok paylaşılan bir görsel oldu. Görselde bir e-postaya verilen cevap niteliğinde bir paragraf görünüyordu. İş başvurusu olduğu hemen belli olan yazışmanın öncesi görünmüyor; fakat işe alacak kişinin yazdıklarından mesele anlaşılıyordu. İşte bu yazışma, sosyal medyada büyük tepki topladı. Bu yazışmadaki “Neşe Hanım”, Ankara Üniversitesinde hukuk okuyan bir öğrenci. Çalışma arkadaşlarımızdan Mert Batur, Neşe ile kısa bir röportaj yaparak hem hikayeyi daha detaylı öğrendi hem de buradan yola çıkarak öğrencilerin sorunlarını konuştu.

Bir iş başvurusu sırasında aldığın cevap Twitter’da çok paylaşıldı. Nedir bu mailin hikayesi?

Ne kadar süreceği belli olmayan yaz tatilini boş geçirmemek için belki bir büroda çalışmak faydalı olur diye düşündüm. Baronun ilan sayfasında öğrencilerle çalışmak isteyen bir kaç avukata talep ve bilgi için e-posta gönderdim. Tabii burada asıl öğrenmek istediğim büronun bana katacağı şeyleri öğrenmekti. Malum hukukta birçok alan var. Dosyaları çalışmak istemediğim bir alanda olan bir büroda çalışmak istemiyordum haliyle. Laubali olarak nitelenen cümle aynen şu: “İlanda pek açık bilgi bulunmadığı için eğer sizin için de uygunsa çalışma şartlarınızı öğrenip değerlendirmek isterim”. Aylık KYK kredisinden bile daha düşük ücret vereceğini öngördüğüm bir yerde çalışmak için yalvarmamam gerekir zaten.

Beyaz yakalı tabir edilen çalışanlar teknik olarak bir artı değer üretmiyor olsa da, ücretsiz ya da komik ücretlerle, patron avukat lehine bir karın oluşmasına vesile oluyoruz. Benim kafamda ona para kazandırıp emeğimi sömürteceğime, kendi kendimi geliştiririm düşüncesi de vardı. Ben aldığım cevaba çok şaşırdım. Çünkü çalışma arkadaşı arıyoruz diye verilen ilana cevaben “işveren biziz” tavrı, biraz ani bir değişim oldu. Cevap verme gereği dahi duymadım ama bu tavra sinirlenince kendi hesabımdan paylaşma ihtiyacı hissettim. İki üç stajyer veya öğrenci arkadaş görse belki onlar açısından bir faydası olur diye düşündüm, kendi başvurularında cüretkar davranabilmeleri gibi.

Çalışma arkadaşı arıyoruz diye verilen ilana cevaben “işveren biziz” tavrı, biraz ani bir değişim oldu.

Tabii maili birçok hesap paylaştı, takip edebildiğim kadarıyla farklı hesaplarda 50.000 kadar etkileşim aldı milyondan fazla kişi gördü ve yüzlerce de tepki aldı. Ben bu kadarını beklemiyordum ama mutlu da oldum bir yandan. Bu durumda olan insanların çokluğu yalnız hissetmememi sağladı. Maalesef piyasa, emek sömürüsünü doğal gören bu ve bunun gibilerle dolu. Çalışma şartlarını bile söylemeden işe alınmak için yalvarmamızı, açım diye ağlamamızı bekliyorlar. Benim avantajım acil işe ve paraya ihtiyacım olmamasıydı ama herkes bu durumda değil ve mecburen katlanmak zorunda kalıyorlar. Daha sonrasında da, bana gelen mailleri paylaşan insanları görmek özellikle umut oldu. Organize hareket ederek bu durumun bir başkaldırıya dönüşebileceğini gördüm.

Hukuk fakültesi öğrencileri mesleğe başladıktan sonra da iş hayatında zorluk yaşıyor. Ruhsat gaspı, uzun saatler çalışma, ücretsiz ya da çok düşük ücretle çalışma… Bunların öğrenciler üzerindeki etkisi nasıl?

Bir laf vardır, Molierac’ın, “Avukatlar köle kullanmadılar; ama efendileri de olmadı.” diye. Keşke bu durum böyle olsa ama bu mail meselesinde de gözler önüne çıktı ki, avukatlar köle de oluyor efendi de.

Şöyle bir yerden bağlantı kurayım: ben daha önce fikri ve sınai haklar, marka patent üzerine bir büroda çalışmıştım. Böyle yeni alanlar genç hukukçuların rekabete karşı bir şansının olduğu konular olarak görülür. KVKK bilişim vesaire de. Ancak konu spesifikleştikçe, tekelleşme artıyor. Yani genç bir avukatın bu alanda çalışmasına fırsat tanınmıyor. Mikro alandaki uygulamanın makroya da yansıması, orantılı olarak sürüyor. Ceza, ticaret, iş gibi daha büyük alanlarda bu ipotekleme bu kadar belirgin olmasa da, yine de bu alanın kapatıldığını görüyorız. Genç avukatlar bağımsız çalıştıklarında geçimlerini çok yüksek oranda zorunlu CMKdan sağlıyorlar, fazla dosya alamıyorlar. Bu noktada avukatlar, hakim savcılarla eşitler arası bir ilişki kuramazken, işçi ve genç avukatlar da kıdemli ve patron avukatlar tarafından hiyerarşik bir yaklaşıma maruz kalıyorlar. Bu durumun da ekonomiye yansıması kaçınılmaz. İşçi avukat olarak çalışmak zorunda kalıyoruz. İşsizler havuzu büyüdükçe, işverenler de her sektörde olduğu gibi sınırlarını zorluyor. Ücretin nominal ve reel şekilde düşüşüne yol açıyor. Güvencelerden, sosyal haklardan kısıntı, çalışma saatlerinin ve iş yükünün artırılması…

Lafı uzatmayayım. Fakültedeyken de, psikolojik olarak çoğu öğrenci çalışmak zorunda hissediyor. İş bulmanın, iş almanın böylesine zorlaştırıldığı bir dönemde birbirimize rakipleştiriliyoruz ve bi adım daha öne geçebilir miyim diye düşünüp ücretsiz bir şekilde bürolarda çalışıyoruz. Üstelik ücret alamadığımız gibi, bir de bize baş belası gözüyle bakılıp minnet etmemiz bekleniyor. Yol parası aldığımızda (aylık 100 TL belki) bir lütuf gibi görülüyor.

Çoğu öğrenci çalışmak zorunda hissediyor. İş bulmanın iş almanın böylesine zorlaştırıldığı bir dönemde, birbirimize rakipleştiriliyoruz ve bir adım daha öne geçebilir miyim diye düşünüp ücretsiz bir şekilde bürolarda çalışıyoruz.

Sen Ankara Üniversitesinde okuyorsun. Ankara Üniversitesinde okuyan öğrencilerin okul hayatı ve üniversiteyle ilişkisi nasıl?

Ankara Üniversitesi, yönetimin okula her fırsatta polis çağırdığı, güvenliğin öğrenci copladığı bir üniversite. Okul tarafından bizzat fişlenen öğrenciler hükümete bildiriliyor. 2 sene önce olması lazım, okul kulüplerinden birisi, bir tiyatro oyunu çıkarıyor: “Bana Bir Şeyhler Oluyor.” Dekan bu şeyh kelimesine takılmış, dini değerleri aşağılıyor diye. Sahnelenmedi oyun, yasaklandı.

Maddi destek falan bir yana, prosedürlerle, ağır salon alma şartlarıyla yine sosyal faaliyetler kısıtlanıyor. Hal böyle olunca, sanatsal kültürel faaliyetler olmayınca, öğrenci-üniversite ilişkisi yok denebilir.

Zaten artık kulüp kurmak da yasaklandı. Mevcut bir kulübe gidin deniliyor. Önceden de kulüp kurmak isteyen öğrencileri inceleyip, sınırsız takdir hakkına sahip idare, [kulüp kurulmasını] istediği gibi engelliyordu. He bir şekilde kulüp kuruldu diyelim. Maddi destek falan bir yana, prosedürlerle, ağır salon alma şartlarıyla yine sosyal faaliyetler kısıtlanıyor. Hal böyle olunca, sanatsal kültürel faaliyetler olmayınca, öğrenci-üniversite ilişkisi yok denebilir. Zaten akademik tasfiyeler nedeniyle de akademik kadro öyle bi hal aldı ki, ne hocalara ulaşma imkanı var ne de ulaştığımızda saygı görme ihtimalimiz. İhbarcı rektörün ihbarcı hocaları. Bu sebeplerle de romantik duyguları saymazsak hiçbir öğrenci okula aidiyet duymuyor.

Paylaştıkların ve bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğin için teşekkür ederiz.

tr_TRTurkish
tr_TRTurkish