İstanbul Sözleşmesi’nden Çekilme Kararı ve Yaratacağı Olası Sonuçlar Üzerine
Rukan Açkani
*Bu makale, Avrupa Demokrasi ve Dünya İnsan Hakları İçin Hukukçular Derneği (ELDH) için Freedom House’un Türkiye’de Yükselen Sivil Toplum Liderleri Burs Programı ve Sivil Alan Çalışmaları Derneği’nin Türkiye’de Temel Özgürlüklerin Geliştirilmesi projesinin bir parçası olarak hazırlanmıştır.
Giriş
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi bilinen ismiyle İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos 2014’te Türkiye’de ve 11 Avrupa ülkesinde yürürlüğe girdi. İlgili sözleşme, sözleşmeye taraf olan devletlerin kadına karşı şiddetin önlenmesi, şiddet suçlarının kovuşturulması ve mağdurlar için destek mekanizmasının kurulması hususlarına ilişkin yükümlülüklerini tanımlıyor ve ayrıca bütün bunların cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği gibi farklı kimlikler sebebiyle ayrımcılık yapılmadan uygulanmasını içeriyor. 2014’de yürürlüğe giren sözleşme mevcut siyasi iktidarın sözleşme karşıtı söylemleri üzerine başlayan yoğun tartışmalar ve eylemlilikler beraberinde 2022 Mart ayında bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Türkiye’de feshedildi. Kararnamenin iptaline yönelik yürütmenin durdurulması talebini de içererek açılan dava ise bu yılın Temmuz ayında Danıştay 10. Dairesi tarafından 3’e karşı 2 oyla reddedildi. Farklı kadın örgütlerinin kararnameye karşı açtığı davalar ise hala devam etmekte.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin iptaline yönelik Danıştayda görülen iptal davasında davacı tarafın iptale yönelik temel hukuki argümanları kanun hükmünde sayılan uluslararası sözleşmeden idari tasarrufla çekilmenin yok hükmünde olduğu, sözleşmenin Onay Kanununun yasama organının kanunlarda değişiklik yapılmasına onay verdiği anlamına geldiği ve TBMM’nin iradesinin bu yönde olduğunu gösterdiği, Anayasa ile yasama organına onaylamayı uygun bulma yetkisi verilmesinin ve uygun bulunan sözleşmenin onaylanarak kanun niteliği kazanmasının uluslararası sözleşmeler üzerindeki tasarrufların sadece yürütme organı tarafından yapılamayacağı, sözleşmelerin yürütülmesi için yürütme organı yetkilendirilmiş iken iç hukuktaki etki bakımından da yasama organına yetki verildiği ve iptal işleminin güçler ayrılığı ilkesine aykırı olduğu ve Anayasada Cumhurbaşkanına yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarma yetkisi verildiği, temel haklar, kişi hakları ve ödevleri, siyasi haklar ve ödevler ile münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda ve kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılamayacağı şeklinde özetlenebilir.
Davacılar genel olarak son yıllarda sistematik bir şekilde Cumhurbaşkanının kararnameleriyle tek bir elden temel hakların gaspedilmesinin bir yetkisizlik temelinde kurulduğunu savunmaktadır. Diğer yandan Danıştay tetkik hakimi Anayasa uyarınca Türkiye Cumhuriyeti, devletin başı olan ve yürütme yetkisine sahip olan Cumhurbaşkanı tarafından devlet başkanı sıfatıyla temsil edilmekte olup onaylanmış bulunan milletlerarası antlaşmaların feshedilmesi hususlarının da Cumhurbaşkanının Türkiye Cumhuriyetinin devlet başkanı sıfatıyla temsil yetkisi içerisinde kaldığını belirtmiştir. Tetkik hakimi yetki bakımından hukuka uygun kabul edilen fesih kararını idarenin işlemlerinin sebep ve amaç unsurları bakımından hukuka aykırı bulmuştur. Tetkik hakimi ayrıca, idari işlemin amacının yalnızca kamu yararı olabileceğini, sözleşmenin şiddetin önlenmesi, ayrımcılığın ortadan kaldırılması, eşitliğin sağlanması gibi amaçlarla üstün kamu yararı gözetilerek imzalandığını ve bu nedenlerle onaylanarak yürürlüğe sokulduğunun da tartışmasız olduğunu ve fesih kararında hangi kamu yararının gözetildiğinin belirtilmediğini de ifade etmiştir.
Danıştay savcısı ise kendi görüşlerinde Anayasaya göre, İstanbul Sözleşmesi’nin onaylanması ve tatbikinin durdurulması veya sonlandırılmasının ancak TBMM kararı ile mümkün olduğunu ve sözleşmelerin yürürlüğe girmesinde benimsenen yöntemi “usulde paralellik” ilkesi olduğu yerde, kaldırılmasında da aynı ilkenin uygulanması gerektiğini belirterek dava konusu cumhurbaşkanı kararında yetkide ve usulde paralellik ilkesi uyarınca hukuka aykırılık bulunduğu sonucuna varmıştır.
Türk aile yapısını bozduğu ve eşcinselliği meşrulaştırdığı temel argümanlarına dayanarak siyasi iktidarın başlattığı ve kamuya yayılan tartışma ve beraberinde sözleşmeden çekilme sürecine kurumsal ve toplumsal muhalefet tarafından birçok farklı itiraz ve tepkiler verildi. Özellikle kadın ve LGBTI+ örgütleri karşı söylemleri ve eylemlilikleri içeren uzun soluklu bir kampanyanın örgütleyicisi oldular ve halen sürecin takipçisi olmaya devam ediyorlar.
Bu rapor birbirinden farklı kadın ve LGBTI+ örgütleriyle yapılan sözlü ve yazılı mülakatlarla sözleşmenin kaldırılmasının Türkiye’deki toplumsal, hukuki ve siyasi etkilerini çözümlemeye yardımcı olmayı hedefliyor. Kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi için faaliyet yürüten Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, ülkenin ilk trans hakları derneği olan Pembe Hayat Lgbti+ Dayanışma Derneği ve sözleşmenin örgütlenme sürecine katkıları olan Yeni Demokrat Kadın ve son olarak hukuk perspektifiyle sürecin değerlendirilmesine katkı sağlayan ÇHD Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Komisyonu değerli paylaşımlarıyla raporun yazılmasına katkıda bulunan kurumlardan olmuştur. (Aynı zamanda Kürt kadınlarının yaklaşımlarıyla ilgili Rosa Kadın Derneği İle iletişime geçilmişse de program ve zaman uyuşmazlığından dolayı bir görüşme gerçekleştirilememiştir. Fakat makalenin yazarının kendi deneyimleri ve Kürt kadın hareketinden öznelerle biraradalığından gelen deneyimler metne yansıtılabilmiştir.). Yapılan görüşme ve mülakatların tamamı – birbirlerini birçok yönden besledikleri ve tamamladıkları da gözetilerek aşağıda özetlenmiştir.
Fotoğraf: Burcu Yıldırım, Evrensel Gazetesi